Küçüklüğümden beri bulunduğum ortama biraz aykırı yetişmişim. Uslu dur demişler durmamışım, öğüt vermişler dinlemişim, millet iğneden zırlar iken bana niye iğne yapılmıyor diye sinirlenmişim, öğretmen ödev yap demiş yapmamışım hatta bu uğurda annemden dayak yemişim. J Bütün bunlar bir yana dursun gelin size bugün beni okumanızı sağlayan birkaç ufak anıdan bahsedeyim.

Bu hikâye 1. Sınıfın ilk günü sabah saatleri ile başlıyor;

Hiç unutmam (zor hatırladı)! Evde herkesten önce uyanmış, üzerini giyinmiş tepeden tırnağa jilet okula gitmeye hazır durumdayım. Mavi önlük, yeni yakalık, gıcır ayakkabılar... O kadar heyecanlıyım ki hemencecik kahvaltımı yapıp okul yoluna koyulma peşindeyim. Sonunda, bir iki söylenmemin ardından, ben annem ve kardeşim okul yoluna koyulduk, zaten okul ile aramızda 10 dk ya var ya yok. Evren İlk Öğretim okulunun eski binasından içeri girip zemin kattaki sınıfıma yerleşmiş öğretmeni bekliyoruz… Öğretmen kahverengi bir elbise ile içeri giriyor, zırlayan çocukları ve ilginçtir ağlayan velileri bir bir uyarıp dışarı alıyor. Sağ olsun annem bana defterimi kalemimi verip uslu dur oğlum deyip, bak yine nasihat, yanımdan ayrıldı. İlk dersin sonu geldi ve öğretmen iyi dersler dedi. İyi de Hocam sen bunu 1. Sınıf öğrencisine dersen ne anlar? Ben ve mahalleden arkadaşım Ahmet, elele tutuşup mahalleye dönüyoruz. Tabii annem sokağın başında görür görmez iki zılgıt hadi okula… :)

                Böyle bir okul başlangıcının ardından başarılı bir ilk dönem ve ardından gelen okumayı öğrenmenin nişanesi, dönemin iPhone 6s itibarı, kırmızı kurdele. Tabii sınıfta önce sen almışsın, havasını atmaz mısın? Milletin gözüne soka soka o dönemi de atlattık. Bilmeyenler için söyleyeyim sınıfta okuma yazmayı ilk öğrenen öğrenciye kırmızı kurdele takılırdı, böyle törenle filan hem de. Okumayı sökmüş yazmayı da teknik olarak öğrenmiştim. Durun! Bir eksik var! Okumayı öğrendim; ama kimse bana ne için okumam gerektiğini ne için yazacağımı nasıl yazacağımı öğretmedi ki…
                Başarılı ve çalkantılı bir bir ilkokul hayatının ardından, geldik geldik Ortaokul yıllarına. Şans mıdır keder midir bilemem dönemin İstanbul’un sertifikalı ve en başarılı Türkçe öğretmeni dersime girer oldu. Ödevler, testler, soru yaprakları ardı ardına… Performans ödevlerini hatırlarsınız her dersten iki dönemde de verilirdi. Türkçe’nin performans ödevine bak sen; kitap okunacak özet çıkarılacak. Gence böyle bir ödev vermek? Bakalım ne olmuş. Gittik listeyi tamamladık. Kitapların en ihtişamlısı Tarık Buğra’dan Osmancık. Tabii onca bol resimli hikâye kitaplarının ardından 500 sayfalık Osmancık’ı görünce “Aman Tanrım” diyesi geliyor insanın. Bu sefer ilkokuldan farklı olarak bana oku şunun için oku dendi. Performans ödevi için. Bu yüzden mi bilmiyorum ortaokulda yıllarım da hiçbir kitabı başlayıp da bitirdiğimi, bitirebildiğimi hatırlamıyorum. O dönemi arkadaşlarım teyzem ve annem tarafından oluşan ödev timi sayesinde bir şekilde geçirdim. Ödev bitirilip teslim edildi. Bu dönemin bana en büyük katkısı SBS’de fule yakın YGS de ise yaklaşık 35 net çıkarmam oldu… Şaka maka üniversiteli oldum halen daha ekmeğini yiyiyorum :)  

                Tesadüf bu ya sen kalk 1. Sınıfa başladığın bina da liseye başla. Dönemin Ahi Evren Lisesi. İşte benim dönüm noktam da bu yıllar oldu. Bundan önce de yazıyordum lâkin hiçbir amacım yoktu. Bu dönem diğerlerinden farklı idi. İlk defa biri, bir edebiyat öğretmeni bana ne için yazmam gerektiğini, yazmak ile neleri başarabileceğimi anlatıyordu. İnanıyorum ki o öğretmen güne lanet ederek değil; bugün dünyayı ben değiştireceğim diye uyanıyordu. “Yarını benim yetiştirdiğim nesil kuracak” savının farkında idi. Bunu biri başaracaksa ancak ben başarabilirim demeyi biliyordu.  İşte benim aradığım cevap buydu. Dünyayı yazarak değiştirebilmek. Benim o güne kadar hiç rastlamadığım, denk gelmediğim bir durumdu. İşte o cevabın yarattığı etki öyle bir yansıdı ki o güne kadar dayak yese dahi okumayan genç merak eder, kafasını kaldırıp etrafını sorgular, sorguladığını da elinden geldiğince yazar oldu…

                Şu an bu yazıyı herhangi bir vilayetin herhangi bir üniversitesinde Edebiyat öğretmenliği okuyan birinin kaleminden okuyor olabilirdiniz. Lâkin hayat herkese umduğunu vermiyor. Benim öğrendiğimi öğrenmekte geç kalmayın. Hiçbir zaman unutmayın, dünyayı biri değiştirecekse bunu ancak biz başarabilir, biz değiştirebiliriz. Evladınıza bırakacağınız en büyük miras bu olsun. Bir başka yazıda görüşmek üzere, sevgi ile…

--Teşekkürler--

Hatice Dalkılıç, Abdullah Cebeci, Hüseyin Merdan, Fatma Caner, Beyza Sönmez, Ayhan Ergün, Gökhan Genç ve adını yazamadığım, üzerimde emeği olan bütün öğretmenlerime teşekkürü bir borç bilirim...

10.01.16